ara sıra, yağmurlu havalarda falan, elim gene sancır.

insana hüzünden başka birşey veriyordu Salinger. ve hüznü de başka türlü veriyordu. central park donduğunda ördeklerin ne yaptığını, nereye gittiğini merak eden çocuk burnumun direğini neden sızlatıyordu? ya da keyfim kaçıkken bir arkadaşıma sığındığım o gün, allie'nin ölümü üzerine bütün camları kıran holden niye aklıma gelmişti? bir zaman önceydi. kendi dertlerimle harman ettim kitabın o anını, arkadaşım d.'ye anlatmayı denedim halimi, ahvalimi. holden'i anlattım. daha yarısına gelmeden hüngür hüngür ağladım karşısında. yani içimden geçen, yapmak istediğim buydu ama o an ki tüm çabam gözlerimi açık tutmak olduğundan onun değil ancak kaçık keyfim karşısında ağlayabilmiştim. niye ağlamayayım ki? çünkü holden caulfield bana bir sürü canlıdan çok daha yakın birisiydi aslında.

"... ben on üç yaşındaydım, ruhdeşene götürdüler beni garajın camlarını kırdım diye. içerlemedim. gerçekten içerlemedim onlara. garajda yattım öldüğü gece, yumruklaya yumruklaya garajın bütün camlarını kırdım. o yaz, bir karavanımız vardı. arabaya bağlar, dilediğimiz yere giderdik. onun da camlarını parçalamak istedim. elim kırılmıştı, beceremedim. doğru, yapılır şey değildi. ama ne yaptığımı bilmiyordum. hem siz allie'yi tanımadınız. ara sıra yağmurlu havalarda falan, elim gene sancır. doğru dürüst yumruk atamaz oldum artık. ama bu bir yana, pek aldırdığım yok. nasıl olsa cerrah, kemancı falan olacak değilim. ..."

arkadaşıma gittiğim günkü gibi hissediyorum.

işte d., ahvalim bundan ibaret. şimdi beni, salinger'ı, adamım holden'ı, gönülçeleni daha iyi anlayacaksın. anlat(abilsem)sam anlican çünkü, işte anlattım. bitti.

ş!